Yorum 0

Lezzetli Parmakların Öyküsü

Minik Yonca'nın parmak emme serüveni 3.5 aylıkken başlamıştı. Annesi ona uyku eğitimi verme niyetiyle Tracy Hogg'un yatır-kaldır metodunu uygularken Yonca sakinleşmek ve uykuya dalmak için parmaklarını keşfetmişti. Öncelikle sadece uykuya geçmek için kullanılan başparmak, daha sonraları ağladığında sakinleşmek ve çizgi film izlediğinde odaklanmak için kullanılmıştı.
Gel zaman git zaman, Yonca bu alışkanlıktan vazgeçmedi ve bazen de şiddetlenerek devam etti. Annesi bu sorun için bir zaman profesyonel yardım bile aldı. Yardımda başvurulan bir yöntem de Yonca'nın bu sorunu için annesinin kısa bir öykü yazıp onu okuması ve bu soruna bir çözüm bularak öyküsünü sonlandırmasıydı.
Kendi ayını kendin tasarla konseptiyle hazırlanan bir mağazada beğendiği ayıyı onunla birlikte almak çözüm olarak öyküde yazıldı ve bunun üzerine ayıcıkla macera başladı. Ayıcığa sarılarak uyusa da onun için parmakları daha çekiciydi ve istese bile parmak emmeyi başaramıyordu.
Yaşının büyümesiyle birlikte çevrenin de verdiği tepkiler "Ay ne tatlı, parmağını mı emiyor?" dan "Ama kocaman kız olmuşsun, hala parmak mı emiyorsun sen?"e gelmişken hepimiz aynı fikirdeydik.
Parmak emmeyi bırakmalıydı ama nasıl? Doktorumuz parmaklarını emerse ileride diş teli takması gerekeceğini ilettiğinde Yonca 6 yaşına basmak üzereydi. Bunun üzerine yumuşak bir oyuncak bulduk ve parmak emmek istediğinde onu sıkmasını sağladık. Bu da geçici bir çözüm olarak rafa kalkmıştı, tıpkı ayımız Pinkie gibi...
Ne yaparsa yapsın, ne kadar isterse istesin maalesef parmak emmeyi bırakamıyordu. Artık durumu gidişatına bırakmaya karar verdiğim noktada okuduğumuz bir kitaptaki soru onun fikrini değiştirdi.
Kitabımızın adı "Bil Bakalım Neden?". İnsanlarla, hayvanlarla, eski zamanla ilgili birçok sorunun yanıtının olduğu bir kitap bu. Benim de çok ilgimi çeken bilgilendirici bir kitap olmasından dolayı sık sık okuruz.
Bu kitabın bir sayfasında "Neden parmak emmeyi bırakmalıyız?" diye bir soru var. Bunun karşılığında da dişlerimizin ve damağımızın yapısının değişeceği ve dışa dönük çirkin dişlerimizin olacağı yazıyor. Bunu okuduktan sonra konuyu desteklemek amaçlı olarak Google'da arattığım parmak emenlerin dişi başlıklarıyla birçok diş yapısını gösterdim. Sanırım bu Yonca'nın ilgisini ve dikkatini çekti. Bundan bir hafta önce Charlie'nin Çikolata Fabrikası adlı filmi izlemiştik. Tim Burton'ın yönetmenliğini yaptığı filmde çocukların zaafları karşısında yüzyüze kaldıkları durumlar gösteriliyordu. Burada yer alan diş tellerine çene aparatı takan çocuk da Yonca'nın bu parmak emme macerasının sona yaklaşmasına yardımcı oldu.
Kitabı okuyup görsellere baktıktan sonra "Ben artık parmağımı emmeyeceğim anne!" diye kararını verdi. Bundan sonra ben bir kez daha onu uyarmadım ve parmaklarını emmeyi tamamen bırakmış oldu.
Her şeyin bir zamanı olduğunu anlamama yarayan bir olay daha oldu böylece hayatta. Biz bazen ne kadar istesek ve uğraşsak da bazı şeyler olması gereken zamanda gerçekleşiyor.



Devamını oku...
Yorum 1

Anneler Günü = Şenlik Günü

Hürriyet bünyesinde bulunan Bumerang ailesinin düzenlemiş olduğu anne bloggerlara ve yakınlarına özel anneler günü şenliği 10 Mayıs 2014'te İstanbul Martı Hotel Balo Salonu'nda gerçekleşti. Gün boyu çocuklar aktiviteye doyarken biz de keyifli bir şekilde konuşmacıları dinleme ve eğlenerek bilgi sahibi olma şansı yakaladık. 
Tam bir şenlik havasında geçen günden yüzümde kalan kocaman bir tebessüm ve aklımda ise blog yazmanın düşündüğümden daha ciddi bir iş olduğu idi. 
Başlamadan önce alandaki standları gezme fırsatım oldu. Makas ekibi, Hasanbey Çiftliği, De Cocks Party yerini almıştı. Makas'ta benim saçlarım örüldü, Yonca'nınkine de bir profesyonel dokunuş geldi. De Cocks Party'nin kurabiyeleri ve şekerlerini tattık ve Hasanbey Çiftliği'nin leziz peynir, biber, domatesleriyle doyduk.
Bumerang'ın temsilcileri Hilal Meriç ve Ahmet Erten'in açılış konuşmasını yaptığı şenlikte Hürriyet yazarı, kızımın adaşı Yonca Tokbaş bize mutluluk, aile, iş hayatı ve hayatımızın amacı hakkında bir konuşma yaptı. Öncelikle yazılarından bu kadar tatlı ve hayat dolu birisi olduğunu anlamadığımı itiraf edeyim. Kendisine de giderken söyledim bunu ve çok güldü. Yonca Tokbaş bizi şaşırtarak sahnede soyundu ve spor kıyafetleriyle anlatımına devam etti. Gülmekten çenem ağrıdı ama bitmesin diye de bir yandan dilek tutuyordum. Yonca Tokbaş hararetli bir şekilde anlatımını yaparken içeriye Yonca girdi ve bir anda tüm dikkatlerini üzerine çekti. Koşarak ve "Anne" diye bağırarak içeri giren Yonca'nın ilk uğrak yeri Yonca Tokbaş'ın isteği üzerine sahne oldu. Adaş olduklarını söylediğimde çok güldü ve dilek dilemek isteyenler sahneye gelebilir diye espri yaptı.

Özgürlük, yaptığımız işte mutlu, hayattaki amacımız derken konuşma bitti. Yonca Tokbaş sonrası sahneye Tansu Oskay geldi ve bize ebeynlikte dikkat etmemiz gereken noktalardan bahsetti. Aklımda kalan en önemli şey ise, çocuğumuzu önemsediğimizi göstermemiz, yani onu dinlerken gözünün içine bakmamız ve ona dikkatimizi vermemiz. Çocukların ayna gibi karşılarında onlara bakan ve onları ilgiyle dinleyen ebeveynler görmek istediklerini belirten Tansu Oskay, öğrenilenlerle beraber içgüdülerin de önemli olduğuna değindi. 
Anneler paneli'nde ise Nil's Mum, Komirra ve Hassas Anne bloglarının yazarları ile Bumerang ekibi sahnede yerlerini aldılar. Bloggerların başarılarından ve dikkat ettikleri noktalardan yola çıkarak soru-cevap şeklinde yararlı bilgiler içeren konuşmalar gerçekleştirdiler. Keyifli ve yararlı bir panel olduğunu düşünüyorum. 
Panelden sonra Doğum ve Hamilelik Terapisti Cihan Züleyha Aydın bize keşkesiz doğumdan ve yararlarından bahsetti.
Ardından hamile eğitmeni Esra Ertuğrul emzirme ve çocuk beslenmesi ile ilgili yararlı bilgileri bizimle paylaştı. Fotoğrafçı Yeşim Mutlu'nun selfie'siyle damga vurduğu ödül töreninde instagramda #bumeranganneleri başlığıyla fotoğraf paylaşan en eğlenceli 3 kişi ödül sahibi oldu. 
Astrolog Şenay Yangel ise burçlardan, karşıt burçlardan bahsetti. Şenay Hanım'ın konuşmasının sonunda kızı Asya sahneye geldi ve bize bir iki şiir okudu ve bizi kendine hayran bıraktı.
Organizasyon ve etkinlikten dolayı Bumerang ekibi ve destek olan herkese teşekkürü bir borç bilirim.
İşte o eğlenceli günden diğer kareler...












Devamını oku...
Yorum 0

Fenerbahçe Ülker - Emporio Armani Milano

İkinci basketbol maçımızı da 28.03.2014'te yine Ülker Sports Arena'da izledik. Bayanlar maçının aksine, erkeklerin maçı gayet kalabalıktı. Devasa basketbol salonu NBA'deki maçlarda gördüğümüz sahaları aratmıyordu. Girişteki kalabalığı aştıktan sonra maça yetişebilmek adına koşar adımlarla tribüne gittik. Maç çok yeni başlamışken koltuklarımıza oturduk.


İlk periyotta Fenerbahçe Ülker'in lider olduğu maçta Emporio Armani Milano 3'lükleri art ardına sıralayınca ara kapandı. Hatta bu sefer Fenerbahçe Ülker skora yetişmeye çalışan taraf oldu. Zaman zaman sahada yaşanan gerginlikler seyircilere de yansıdı ve bol bol ıslık ve yuhlamalar duyuldu. Biz seyirciler olarak desteğimizi yine de esirgemedik. Devre arasındaki şov da çok keyifliydi.

Yoncacık bence bu maçta da sıkıldı fakat yine çıktığımızda "Bir daha, bir daha" dedi. 

Bu da bizim selfie'miz :)

Devamını oku...
Yorum 0

Haftanın Etkinliği: Basketbol Maçı

Yonca'nın ilk izlediği maç olarak aile tarihimizde yer alacak olan maç, 22.03.2014 tarihinde Fenerbahçe ve İstanbul Üniversitesi Kadın Basketbol takımları arasında oynanan maçtır.
Ülker Sports Arena'daki maç başlamadan tribünlerde yerimizi aldık. Saha çok büyük olmadığı için öne oturabilme şansına sahiptik. Maç için ısınmaya çalışan takımları izlemek keyifliydi.

Derken maç başladı ve yakın skorlarla devam etti. İlk yarının sonunda ara biraz açılmaya başladı. Fenerbahçe asılmaya başladı ve ikinci yarıda da liderliği bırakmadı. Maçta en çok dikkatimi çekenler siyahi oyuncuların çoğunluğuydu. Çoğu gayet uzun boylu olan oyuncular, çok iyi oynayarak bizi kendilerine hayran bıraktılar. Maçın sonucu 80-66 olarak bitti.
Yonca'nın maçta çok da fazla eğlendiğini söyleyemem, hatta son periyotta uyuyakaldı. Yalnız akşam eve döndüğümüzde "Bir daha, bir daha" demekten kendini alamadı...


Devamını oku...
Yorum 0

Piti

İstanbul Şehir Tiyatroları'nın sevimli kukla tiyatrosu olan Piti, bizim için de sahnedeydi. Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi'nde izlediğimiz oyunu çok beğendik.


Yolunu kaybeden kabuğu kırılmamış yumurtadaki Piti, dünyaya merhaba dedikten sonra herkesi annesi sanmaktadır. Oyun oynayarak can sıkıntılarını geçirmeye çalışan Miçi, Çeçi ve Kiçi kardeşler Piti'yle karşılaşırlar ve Piti'nin annesini bulmak için ona yardım etmeye karar verirler. Kurnaz kurt da uçurtmasının peşinde olduğu için çocuklara oyun oynayıp onları kandırmaya çalışmaktadır.
Sevimli kuklaları ve başarılı seslendirmeleriyle çocukları sıkmadan tiyatro izlemeye teşvik eden oyun, aynı zamanda dekorları ve dekor değişikliğinde çalan hareketli müziğiyle de beni etkiledi. Yaratıcısı Okan Karaca'yı tebrik eder, yeni oyunlarını heyecanla beklediğimi ifade etmek isterim.



Devamını oku...
Yorum 0

Milano Sirki

Dünyanin en iyi sirklerinden biri olarak adlandırılan Milano Sirki, İstanbul'a uğramışken biz de onu ziyaret etmeyi ihmal etmeyelim dedik. Ümraniye Meydan AVM'nin otoparkına kurulu çadırda gösteri öncesi yerimizi aldık.
Durum itibariyle Yonca'nın ilk sirk deneyimi olması açısından da anlamlı oldu bizim için. Aslan ve kaplan görme umuduyla gelen Yonca için heyecanlı bekleyiş başladı.
Sirk ilk önce palyaço ile başladı. Klasik birkaç palyaço numarasıyla seyircileri sirke hazırlamak üzere gelen palyaçomuz Vladi Rossi bizi güldürdükten sonra sirk başladı.
İlk numara, iki adet demir çember içinde bulunan iki akrobatın etkileyici gösterisiydi. Bunu ağzımız açık ve gözlerimiz çoğunlukla yukarıda izledik.


İkinci numara ise köpek gösterisiydi. Birbirinden sevimli köpekler akrobasi hareketleri yaparak bizi güldürdüler. Sonra sırada jimnastik gösterisi vardı. Arada sevimli palyaço gelip şovunu yaptı. Ünlü sihirbazın yaptığı numaralar da insanları hayrete düşürdü.
Asıl heyecanla beklediğimiz Bengal kaplanları ikinci yarıya saklanmıştı. Ara verilince heyecanla beklemeye devam ettik. 

İkinci yarı öncesi demir kafesler getirildi, kaplanların yürüyeceği ve sahneye geleceği demir geçit takıldı. Sahne ve seyirciler arasında file geçirildi. Kaplanlar geldiğinde hepimiz heyecanlandık ve herkes telefonlarına sarıldı. Bu sırada görevlilerin çoğu flaşsız fotoğraf çekmemiz konusunda bizi uyardılar. Bir yandan kaplanları izlemek, bir yandan da Yonca'nın tepkisini izlemek çok keyifliydi. Sanırım bir tek kaplanların gelmesi sebebiyle hayal kırıklığına uğramıştı. Kaplanlar eğiticilerinin sözüne uyarak denilenleri harfiyen yaptılar ve teker teker sahneden ayrıldılar. Bu kadar büyük ve görkemli bir hayvanı yakından görme şansımız da olmuş oldu böylece.
Kaplanlardan sonra gösteri kaldığı yerden devam etti ve ip dansı yapan gösterici herkesi büyüledi. Sonrasında komik bir ilüzyon gösterisi derken şovun son gösterisine geldik. Motosikletli akrobatlar demir bir kafes içinde hep birlikte harika bir senkronizasyonla motor kullandılar. Ağzımız açık izlemeye devam ettik ve tadı damağımızda kalan sirk gösterisi böylece son bulmuş oldu.
Yepyeni bir etkinlikte görüşmek üzere..


Devamını oku...
Yorum 0

Pırtlatan Bal

Aziz Nesin'in aynı adlı kitabından uyarlanan çocuk oyununun ismi biraz tuhaf gelse de konusu ve verdiği ders itibariyle anlamlanıyor.
Kasabanın tefecisi, kendi deyimiyle "Paracı", tüm borç verdiklerini usandırır. Tek düşündüğü şey paranın faizidir ve borcunu ödeyenlerin verdiği faiz her zaman çok azdır. Paracının karısının canı bir gün bal ister. Uşakları Şak Şak'ı çağırırlar ve Şak Şak'ı bal almak üzere pazara gönderirler.
Pazardaki bal satıcılarının üçünü de bezdiren Şak Şak cimri sahibi gibi davranarak para bile ödemeden bal alıp gider. Yolda rastladığı yaşlı nine, ona torununun çok hasta olduğunu, mutlaka bal alması gerektiğini ama hiç parası olmadığını söyler. Hasta torunu için birazcık bal isteyen nineye karşı dalga geçerek yanıt veren Şak Şak, en sonunda kadıncağızı bezdirir. Yaşlı nine oradan ayrılırken ilenmeyi unutmaz ve der ki, "Her kim bu baldan yerse pırt pırt pırtlasın".
Verdiği ders ve Aziz Nesin'in o eşsiz mizah anlayışıyla birlikte, oyun çok keyifli ve öğreticiydi...
İyi seyirler!

Devamını oku...
Yorum 0

Kral Çıplak

Eti Çocuk Tiyatrosu'nun profesyonel oyunu Kral Çıplak bu sene tüm Türkiye'de oynanmak üzere turnede. Turnenin İstanbul ayağında biz de oyunu izleme şansı bulduk. 
Hans Christian Andersen'in İmparatorun Giysileri adlı -okuyucular arasında daha çok "Kral Çıplak" ismiyle bilinen- kitabından uyarlama olan oyun, tek perde olmasından dolayı çocuklara sıkılmadan izleme şansı veriyor.
Giysileriyle takıntılı olan kral, halkını hiç düşünmez. Sadece istediği hep en güzel giysileri giymektir. Halk yoksulluk içindedir. Kralın yeni giysiler giymesinin sonucu halka ağır vergiler olarak geri dönmektedir. 
Doğum günü yaklaşan kral ne giymesi gerektiği konusunda kararsızdır. Kralın durumundan yararlanarak ülkeyi arka plandan yöneten yardımcısı ise onun mutlaka yeni bir giysi giymesi gerektiği konusunda kralı ikna eder, bunun karşılığında halktan 10 altın fazla vergi alınacaktır. Yardımcının giysi düşüncesi ise, normal bir tavuğu yolup kukuriku kuşu tüyleri olarak gösterip kralı kandırmaktır. 
Kral ise yeni giysiler peşinde olmasından dolayı ülkenin en ünlü terzilerini kendi için giysi dikmeye çağırır. O sırada ülkeyi gezen bir gezgin de tavuğu yardımcı tarafından çalınan köylü kız ile terzi kılığında saraya girer. Sonrası malum hikaye ve bir ders ile oyun biter.


Oyun gerek dekoru, gerek kostüm ve oyuncuları ile gayet başarılı ve profesyonel. Şarkılarla hikaye özetleniyor, çocuklar ve büyükler eğleniyor; eğlenirken de ders çıkarıyorlar.
Eti'yi böylesine güzel bir sosyal sorumluluk projesini gerçekleştirdiği için tebrik ediyorum. Yeni oyunları iple çekiyoruz.



Devamını oku...
Yorum 0

Uçan Şemsiye

Oyun alanları çöplükle kaplanan çocuklar oynamak için başka yer arayışına girerler. Öncesinde oyun alanlarını yerlere çöp atan Devol'dan temizlemeye çalışan çocuklar maalesef bir türlü başarılı olamazlar. Devol bıkmadan usanmadan yerlere çöp atmaya devam eder.
Çocuklar en sonunda pes edip yeni, temiz, oynanacak alanlara sahip bir ülkeye gitmek üzere uçan şemsiyelerine binerler ve yemyeşil alanlara sahip temiz ülkelere giderler. Ama maalesef Devol orada da onları bulur. Oyunlarla, kuklalarla ve birazcık da cesaretle Devol'a yerleri kirletmemesi gerektiğini anlatmaya çalışan çocuklar yine başarılı olamazlar. Uçan şemsiyelerine binip yeni ülkeler keşfetmeye devam ederler. Devol yerleri kirletmemesi gerektiği konusunda bir türlü ikna olmamaktadır. Çocuklar en sonunda güzel bir planla seyircileri de dahil ederler.
Çevre bilincini çocuklara doğru bir şekilde anlatan ve onların da katılmasını sağlayan bir çocuk oyunu olmasından dolayı ekibi kutluyor, teşekkürlerimi sunuyorum.

Devamını oku...
Yorum 2

Karnemi Aldım Ben!

Yonca, anne okulu ilk yarıyıl dönemini bitirdiğinde anaokulu gelişim belgesi aldı. 2 yaş dönemi için çok erken görünse de karnemiz gerçekçi olması bakımından  çok fazla anlam teşkil ediyor.
Birçok konuda bağımsız olarak yapabildiklerinin yanı sıra yardıma ihtiyacı olan konular da var. Çocuğumu pohpohlamak yerine doğru ve eleştirel olarak karnesini değerlendirdiği için öğretmeni Esma Yılmaz'a teşekkür ediyorum.
Eksik olduğu konular zamanla gelişecek ve artık yardıma ihtiyacı kalmadan yaptıkları çoğalacak, biraz zaman biraz da eğitim ve yönlendirme gerekiyor sadece...


Devamını oku...
Yorum 2

Şifremi Çözmek İsteyen Var mı?

Çocuklar yaklaşık 2 yaşından sonra cümle kurmaya ve daha güzel kendilerini ifade etmeye başlıyorlar. Öncesinde eğer siz çocuğu çok iyi anlarsanız daha çok konuşmadan derdini anlatma yoluna gidiyor ve daha geç konuşuyor.
Yonca'nın durumunda biraz daha farklı olsa da o da yaklaşık iki yaşından sonra daha net cümleler kurmaya, kendini daha iyi ifade etmeye başladı. Öncesinde şifreli kelimeler kullanan Yonca artık daha anlaşılır şekilde kelimeler kullanıyor. Ama hala o konuştuğu zaman anlayan yegane kişilerden biriyim. 
Bir şey söylüyor, ben tekrarladıktan sonra yanımızdaki üçüncü kişi Yonca'yı anlamış oluyor ve tepkisini gösteriyor. Simultane tercümanlık yapıyorum bir nevi. 
Yonca'nın kendine özel ilk kelimesi teşekkürler. Kelimenin kendisi zaten zor söylendiği için direkt olarak "Açi" olarak nitelendirdi Yoncacık onu. İkinci olarak, top kelimesi Yonca için "Attı" olarak adlandırıldı. Kilit kelimelerden biri olan kucak kelimesi ise, önce "Çağa", sonra biraz daha gelişerek "Çida" oldu. 
Ben yoksam Yonca ile anlaşmanız çok zor oluyor, zira o bu değişik kelimelerini kullanmasa bile kelimeleri yuvarlaması ve yarım yamalak konuşmasıyla ancak kocaman bir gülümseme ile suratına baka kalıyorsunuz. Sonrasında ben imdada yetişiyorum, simultane tercüme yaparak anlaşmazlık olmasını engelliyorum. 
Anneme hala "Anne" demesi ise, ikimizin bulunduğu bir ortamda kafa karışıklığına yol açıyor. Hangi anne diyerek olaya açıklık getirmek isteyen ben, yanıt olarak işaretle birlikte "Bu anne"yi aldığımda kimden bahsedildiğini anlıyorum. 
Amcasına "ağca", eşi Yağmur'a önce "Yaya", sonra "Yayo" demesi de bizi çok güldürüyor. Teyze kelimesini çok güzel söyleyen Yonca, eşi Davut'un ismini hala "Gogo" olarak telaffuz ediyor. İdolü Müjde ise "Çüçü" olarak adlandırılmış durumda. Ailemizin doktoru Elif ise "Edit".
Mickey Mouse ve Minnie Mouse'un ikisi birden "Mimi", üstelik Winnie the Pooh da "Mimi" olunca haliyle ben bile karıştırıyorum. Yakınımızda hangisi varsa, onun olduğunu varsayarak ilerliyorum. 
Noel Baba ise Yonca için "Abibaba". Bu bana çok ilginç geliyor, acaba Noel baba kılıklı birini ilk defa görünce mi abi ama baba gibi duruyor diye mi bu ismi taktı, yoksa noel demek zaten ona baştan zor geldiğini için mi, bunu henüz çözemedim. 
Sanıyorum ki, gün geçtikçe Yonca'nın şifreleri birer birer çözülecek, ben de artık düzgün kelimeler kullandığı zaman ona bu yazıyı gösterip onu güldüreceğim.
Devamını oku...
Yorum 64

Yonca'nın Çekilişine Davetlisiniz


  



Efendim, sıra geldi Yonca'nın blogunun 1. yılı şerefine ne zamandır iple çektiğimiz çekilişe... 
1. yılımız 14 Şubat 2013 itibariyle doluyor ve biz de 13 Şubat'ta çekilişimizi sonuçlandırıp şanslı kişilere hediyelerini göndermek istiyoruz.
Hal böyle olunca, buyurun bakalım çekilişimize diye davet göndermek istiyoruz sizlere.
Şanslı 3 kişiye gidecek hediyelerimiz şöyle:

1. Bıdıklar için "Manyetik Yazı Tahtası"
2. Ev için kaydırmaz kedi kostümlü çorap 
3. Bakımlı hanımlara uygun oje kurutucu

Son katılım tarihi 12 Şubat 2013.
Çekilişe katılmak için yapmanız gerekenler şöyle:

1.  Yonca'nın bloguna üye olmanız (Yahoo, Google, Twitter hesaplarınızdan kolayca üye olabilirsiniz) (Zorunlu)
2. Blog çekilişimizi varsa blogunuzda linki ve görseliyle duyurmanız, linkini bu kaydın yorum kısmında paylaşmanız (Bu ikinci çekiliş şansı getirecektir),
3. Yonca'nın Facebook sayfasını beğenmeniz  
4.  @MelisaIronhand adlı twitter hesabımı takibe almanız,
5.  Facebook sayfanızda ve Twitter hesabınızda çekilişi paylaşmanız.          (Bu üçüncü çekiliş şansı getirecektir)

Yukarıdaki adımları tamamladıktan sonra bu kaydın altına yorum yazmanızı ve mail adresinizi eklemenizi rica ediyoruz. Yurt dışına gönderim yapamıyoruz. Yurt içi gönderim bize aittir.

Çekiliş web tabanlı bir uygulama olan "random.org" aracılığıyla yapılacak ve video olarak kaydedilecektir.
Çekiliş sonucunu videosuyla beraber 13 Şubat'ta paylaşıyor olacağız.
Herkese bol şanslar!




Devamını oku...
Yorum 0

Susam Sokağı Çocukları

Ben ilkokulun ilk yıllarında TRT1'de okul sonrası Susam Sokağı'nı izleyerek büyüdüm. Hala hatırladığım jeneriği şöyleydi: "Gez dünyayı, açılır her kapı, işte Susam Sokağı". Koşarak el ele tutuşan çocuklar vardı jenerikte.


Başlar başlamaz ilk Kırpık karşılardı bizi. Kırpık sokağın köşesinde bir fıçının içinde yaşardı. Marangoz Tahsin amcayla diyalogları olurdu bol bol. Tahsin amca Kırpık'a her seferinde bir hayat dersi verirdi.
En çok sevdiğim karakterlerden biriydi Minik Kuş. İsminin aksine kocaman, çoğu yerde eğilmek zorunda kalan sevimli bir kuştu. Ne yaptığını çok belirgin hatırlamasam da çok saf olduğunu hatırlıyorum.
Kurabiye canavarı vardı bir de. iştahlı iştahlı kemirirdi kurabiyeleri. Edi'yle Büdü'yü de unutmadım. Kurnaz Edi'yle sinirli Büdü aynı evde yaşarlardı ve mutlaka her konuda uyuşmazlık yaşarlardı. Duruma uygun bir de şarkı söylerlerdi.
Susam Sokağı'nın her bölümünde mutlaka ya sayılar, ya renkler, ya da çocuklara öğretilecek temel kavramlara ait şarkı bulunurdu. 
Severek, hiç sıkılmadan izlerdim Susam Sokağı'nı. O bir efsaneydi, hiç kavga dövüş içermeyen, şiddete yönelik öğesi bulunmayan bir çocuk programıydı. Şu günlerde çok da ihtiyacımız olan bir şey aslında....
10 Kasım Susam Sokağı'nın doğum günü. Bugün tam 43 yaşında favori sokağım. Umarım Yonca da biraz büyüyünce Susam Sokağı sakinlerinden biri olur ve onunla büyüme şansına erişir.


Devamını oku...
Yorum 8

Yonca'nın Aramıza Katılışının Birinci Yıldönümü

 
Yonca'nın aramıza katılışından bu yana tam bir yıl geçti. Geçtiğimiz sene benim için zaman zaman hızlı, zaman zaman da çok yavaş bir dönemdi.
Tam bir sene önceydi. Hastaneye gittiğimizde normal doğum olacağına dair hayallerim vardı. Fakat 1 günlük bekleyiş ve kızımın keyfinin yerinde olması sonucunda 18 Ekim 2011 tarihinde sabah 8.30'a odama gelen doktorum artık beklemenin bir faydasının olmayacağını, Yonca'nın normal doğması ihtimalinin çok çok düşük olduğunu belirtti. 41 haftalık hamilelik süresini dolduran bendenizin bebeğimi daha çok taşımam onun için risk taşıyordu artık. Kararı bana bırakan doktoruma cevabım, "Tamam. Sezaryene alın beni." oldu. Bundan sonraki süreç gayet hızlı bir şekilde gerçekleşti. Ameliyathane arandı, müsaitlik durumu belirlendi. Ameliyathaneye giderken hemşireler ve hasta bakıcılar beni doğuma hazır hale getirdiler. Epidural sezaryen doğum yapmanın avantajı olarak kızımın yaşama merhaba çığlıklarına şahit olabildim. Bu da bir anne için çok özel ve unutulmaz bir an olsa gerek. Gözlerim hala dolu dolu oluyor o dakikaları düşündükçe. Ciyak ciyak bağıran kızımı koynuma koyduklarında bir meleğin vücuduma dokunduğunu hissettim.
Doğum sonrası hafif de olsa postpartum atlatan bendeniz kızımın ilk 40 gününü resmen geriye doğru saydım. Kırk gün geçtikten sonra her şeyin mükemmel olmasını hayal ettim. Aslında öyle olmadı ve olmayacağını da bilmeliydim. Sadece dünyaya ve bize alışmaya çalışan minik meleğim ile anneliğe ve evimizdeki yeni üyeye alışmaya çalışan benim zamana ihtiyacımız vardı. Bu süre benim fizyolojik olarak da toparlanma süremle denkti.
 
 
İlk bir ayı geride bıraktıktan sonra az kaldığı için çok rahattım. Artık kızımla birbirimize ve yeni düzenimize alışmış, eskisi gibi acemice davranmıyorduk. Bebeğimin neredeyse yapışık gezmesine, kucakta uyuyakalmasına, geceleri defalarca uyanmasına alışmış gibiydim.
İkinci aya kalmadan biraz daha toparlanmıştık. Artık dışarı çıkabiliyor, küçük de olsa alışveriş turları yapabiliyorduk. Daha çok annemlere yaptığım ev gezmelerinde daha rahat oluyorduk haliyle.
Doğum iznimin kışa gelmesiyle ve annemin iyileşme sürecinin devam etmesiyle birlikte daha çok ev hapsine takılan bizler, kar yağmadığı ve havanın çok çok soğuk olmadığı günlerde kendimizi sokağa atıyorduk.
3.ayımız da bir şekilde geçti bitti bu arada. Doğum iznimin bitmesine 1,5 ay kalmıştı ve ben kendimi sudan çıkmış bir balık gibi hissediyordum.
4. ayın su gibi geçtiğini ve kısa sürede işe başladığımı hatırlıyorum. İlk gün çok zorlu geçse de kendimi psikolojik olarak bu sürece hazırlamıştım. Yonca ise ilk ondan ayrıldığım gün bana küserek tavrını belli etmişti.
İşe başladıktan sonra günler, aylar birbirini kovaladı sanki. Zaman koşarak ileriye gidiyor, biz de arkasından ona yetişiyor gibiydik.
Annelerin çocukları büyüse bile hep bebek kaldıkları, doğumda ellerine aldıkları gibi küçük olarak hayal ettikleri yadsınamaz. Ben de hala öyle hissediyorum. Her ne kadar bebeğim oniki aylık bir yaşam serüveni geçirse de, benim için hala hastanede kollarıma aldığım ilk gün kadar küçük bir melek.
Belki bunu zaten bakışlarımdan, sarılışımdan, onu koklayıp öpmemden hissediyor olsa da ben bir kez daha belirtmek istiyorum: "Canım kızım iyi ki doğdun, iyi ki varsın ve seni koşulsuzca seviyorum."


Devamını oku...
Yorum 1

Anne Sporu

Bugüne kadar formumun sırrı defalarca soruldu. Merak edenlere açıklıyorum. Anne sporu yapıyorum. 
Anne sporu nedir diye merak ettiğinizi düşünüyorum. 
Bebeğinin veya çocuğunun peşinden koşarak aynı anda evdeki işleri tamamlama gayreti içinde olan anne, anne sporu yapıyor demektir. Tıpkı bir fitness salonunda verilen program gibi benim de anne sporu programlarım var. 
Hafta içi yoğunluğu işle birleşince akşamları sporumu yoğun olarak yapıyorum. Yonca'nın uyuması sporuma verilen ufak bir mola olarak sayılabilir. Uyku saatiyle beraber anne sporundan umutsuz ev kadını sporuna geçiş yapıyorum.
Bu sporun faydaları şöyle: Her daim fit oluyorsunuz, koşturmak, spor salonlarında ter atmak ve tonlarca para harcamadan evin içinde veya dışarıda bir güzel kalori kaybediyorsunuz. Çocuğunuz spor yapmanızdan oldukça memnun kalıyor.
Tabii yan etkileri de var bu sporun: Aşırı yorgunluk, uykusuzluk ve her daim şiş gözler...
Bu sporun bir diğer özelliği de istediğiniz zaman bırakamamanız. Anne sporu ömür boyu insanın kendini adaması gereken bir spor. Yıllar geçtikçe yapış şekli değişiyor, programda ufak tefek değişiklikler oluyor ama spordan vazgeçmek mevzu bahis değil. Tabii profesyonel bir sporcu olmak da hiçbir zaman mümkün değil...
Şimdi düşünün bakalım: Anne sporunu siz de yapmak ister misiniz?
Devamını oku...
Yorum 3

Yonca'nın Yeni Videosu





Yonca'nın yeni videosunu izlemek için aşağıdaki linke tıklamanız yeterli :)

Devamını oku...
Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

Kayıt olmak için E-Posta adresinizi giriniz:

Son Yorumlar

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Apple of her mum and dad's eye, Yonca came to the world after having 41 weeks and 1 day womb journey and made her beloved ones happy. She was very active inside, so she continues this habit by clapping her hands so many times. Anne ve babasının göz bebeği, şans meleği 41 hafta ve 1 günlük anne rahmi serüveninden sonra dünyaya gelerek sevenlerini sevindirmiştir. İçerideyken kıpır kıpır olan Yonca, dışarıda da bu kıpırtıları bol bol el çırparak göstermektedir.

İzleyiciler